counter for blogger
View My Stats

21 Temmuz 2012

Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Aklıma gelişini seveyim. Ne güzel de darma duman ediyorsun beni.


ANISINA SAYGIYLA......


elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini...

ve ayrılık; parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı...



anladım hayatmış mazinin adı
yıllara karışan her şey ses verir
hastetle doludur geçmişin yadı
mazinin elemi bile tatlıdır.



sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarildilar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrildilar...


"ruhun bir ırmaktır gülüm 
akar yukarıda dağların arasından 
dağların arasından ovaya doğru 
ovaya doğru ovaya kavuşamadan bir türlü 
bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin 
geniş köprü gözlerinin rahatlığına 
sazlıklara yeşil başlı ördeklere 
düzlüklerin yumuşak başlı kederine kavuşamadan 
kavuşamadan ayın ışığındaki buğday tarlalarına ovaya doğru akar 
akar yukarıda dağların arasından 
bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip 
geceleri iri iri yıldızları taşıyarak 
dağbaşı yıldızlarını 
mavi güneşlerinide dağbaşı karlarının 
akar köpüklene köpüklene 
dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp 
akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla 
dönemeçlerde kuşkulu 
uçurumlara düşüp şahlanarak 
kendi uğultusuyla deli divane 
akar yukarıda dağların arasından 
dağların arasından ovaya doğru 
ovaya doğru ovayı kovalayıp 
ovaya kavuşamadan bir türlü. "


seni tahmin edemeyeceğin gibi, kadar, özledim. hani bir söz vardır: ölmeden bir kere 
yüzünü görsem yeter derler. işte öyle. sonra kafam da bir tuhaf işliyor bazen.
 sana ve bana dair sevinçli ve korkunç rüyalar görüyorum. hatta haklı buluyorum. 
en korktuğum merhamet uyandırmak, merhamete dayanmak, merhamet bağı. 
sadece içimde dumandan bir keder, bu rüyanın tesiri altında bir iki gün dolaşıyorum. 
rüya bu! rüyaların kusuruna bakılmaz. sonra böyle rüyalar gördüğüm için utanıyorum.
 velhasıl yarı uykuda, yarı uyanık, bazen sevinç bazen kederle,
 hep sana ait yaşıyorum sevgilim..


yoruldun ağırlığımı taşımaktan
ellerimden yoruldun
gözlerimden, gölgemden
sözlerim yangınlardı
kuyulardı sözlerim
bir gün gelecek, ansızın gelecek bir gün
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin
ve hepsinden dayanılmazı 
bu ağırlık olacak.


O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..
 


ne ben sezarım, 
ne de sen brütüssün... 
ne ben sana kızarım 
ne de zatın zahmet edip bana küssün.. 
artık seninle biz, 
düşman bile değiliz.. 


yaşamayı ciddiye alacaksın
yani o derece, öylesine ki
mesela kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda
ya da kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü görmediğin insanlar için
hem de en güzel şeyin, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde...


çekilmez bir adam oldum yine:
uykusuz, aksi, nalet....
bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
ve beni çileden çıkartıyor büsbütün kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet...
çekilmez bir adam oldum yine:
uykusuz, aksi, nalet....
yine her seferki gibi haksızım.
sebep yok,
olması da imkansız.
bu yaptığım iş ayıp, rezalet.
fakat elimde değil...
seni kıskanıyorum
beni affet..."


sen esirligim ve hurriyetimsin,
ciplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen memleketimsin.
sen ela gozlerinde yesil hareler,
sen buyuk, guzel ve muzaffer
ve ulasildikca ulasilmaz olan hasretimsin...
yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.....
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.....
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.....

durup dururken icimde bir şeyler kopup tikiyor bogazimi, 
durup dururken sicrayip kalkiyorum yarida birakip yazimi, 
durup dururken ruya goruyorum bir otelde, holde, ayakta, 
durup dururken carpiyor alnima kaldirimdaki agac, 
durup dururken bir kurt uluyor aya karşi bahtsiz , ofkeli , ac, 
durup dururken yildizlar inip sallaniyor bir bahcede, 
salincakta, 
durup dururken mezardaki halim geciyor aklimdan, 
durup dururken kafamda bir guneşli duman, 
durup dururken hic bitmeyecekmiş gibi baglaniyorum 
başladigim gune, 
ve her seferinde sen cikiyorsun suyun yuzune...

ben diyorum ki ona:
kül olayım kerem gibi yana yana.
ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa....

erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadin erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
ve artık
biliyorum:
toprağın
yüzü güneşli bir ana gibi
en son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu...........
sarıldılar......................
bir kitap düştü yere..............
kapandı bir pencere....................
ayrıldılar......................................................

seviyorum seni 
ekmeği tuza banıp yer gibi 
geceleyin ateşler içinde uyanarak 
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi 
ağır posta paketini 
neyin nesi belirsiz 
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi 
seviyorum seni 
denizi ilk defa uçakla geçer gibi 
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık 
içimde kımıldayan birşeyler gibi 
seviyorum seni, yaşıyoruz çok şükür der gibi.............

insan ,
ya hayrandır sana, ya düşman 
ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun, 
ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan ...

gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

hüzün ki en çok yakışandır bize 
belki de en çok anladığımız.........

 gözlerin gözlerin gözlerin, 
gün gelecek gülüm, gün gelecek, 
kardeş insanlar birbirine 
senin gözlerinle bakacaklar gülüm, 
senin gözlerinle bakacaklar....................




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Her şey sayende...Saygı,sevgi ve özlem ile...

Kaç kişi okumuş ?

Aşk'a inanmıyorum..Ama FENERBAHÇE diye bir şey var :)

Aşk'a inanmıyorum..Ama FENERBAHÇE diye bir şey var :)