counter for blogger
View My Stats

15 Eylül 2012

Halil Cibran seçmeleri...

dostum, göründüğüm gibi değilim. görünüş sadece giydiğim bir elbisedir. senin sorgularından beni, benim kayıtsızlığımdan seni koruyan, özenle örülmüş bir elbise.
benim içimdeki ‘ben’, dostum, sessizlik içinde oturur, sonsuzluğa dek kalacak orada, doyulmaz, erişilmez.
ne söylediklerime inanmanı, ne de yaptıklarıma güvenmeni isterim- çünkü sözlerim senin aklından geçenlerin dile getirilmesinden, yaptıklarımsa umutlarının eylemleştirilmesinden başka bir şey değildir.
‘rüzgar doğuya esiyor’ dediğin zaman ‘evet, doğuya esiyor’ derim: çünkü düşüncelerimin rüzgarda değil, deniz üzerinde dolaştığını bilesin istemem.


denizlerde gezen düşüncelerimi anlayamazsın, zaten anlamanı da istemem. bırak denizimle başbaşa kalayım.
senin için gündüz olduğu zaman dostum, benim için gecedir: böyle olsa da ben yeşil tepelere değerek oynayan öyle vaktini, vadiden süzülen mor gölgeleri anlatırım; çünkü sen ne karanlığımın türkülerini duyabilir, ne de yıldızlara çarpan kanatlarımı görebilirsin-görmemenden, duymamandan hoşnudum ben. bırak gecemle başbaşa kalayım.
sen cennetine yükselirken ben cehennemime inerim- o zaman bile bu ulaşılmaz uçurumu ötesinden bana seslenirsin,’arkadaşım, yoldaşım’ ben de sana seslenirim, ‘yoldaşım, arkadaşım’-çünkü cehennemimi görmeni istemem. alevler görüşünü yakacak, duman burnuna dolacaktı. senin gelmeni istemeyecek kadar çok severim cehennemimi.bırak, cehennemimle başbaşa kalayım.
sen gerçeği, güzeli, doğruluğu seversin; ben de sen hoşnut olasın diye bunları sevmenin yerinde ve iyi olduğunu söylerim ama içimden senin sevgine gülerim. gene de gülüşümü göresin istemem. bırak kahkahalarımla başbaşa kalayım.
dostum, sen iyi, ihtiyatlı, akıllısın; hayır sen eksiksizsin- ben de seninle ölçülü ve düşünerek konuşurum. oysa ben deliyim. ama gizliyorum deliliğimi. bırak deliliğimle başbaşa kalayım.
dostum, sen benim dostum değilsin, ama ben bunu sana nasıl anlatacağım? benim yolum senin yolun değil, gene de birlikte yürüyoruz elele. 

******


sonra, varlikli bir adam konustu: "bize vermekten bahset."

ve o cevap verdi:

"sahip olduklarinizdan verdiginizde,
çok az sey vermis olursunuz;

gerçek veris, kendinizden vermektir.

çünkü sahip olduklariniz, yarin ihtiyaciniz olabilir
diye saklayip korudugunuz seylerden ibaret degil mi?

ve yarin, kutsal sehre giden hacilari takip ederken, kemiklerini,
iz birakmayan kumlara gömen fazla uyanik bir köpege ne getirebilir?

ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan baska birsey degil midir?

kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?

çok fazla seye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteris isteyen gizli arzulari için yaparlar,
ki bu da armaganlarini yararsiz kilar.

ve bazilari vardir ki, çok az seye sahiptirler ve hepsini verirler.
bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardir,
ve kasalari hiç bos kalmaz.

bazilari sevinçle verirler, bu sevinç onlarin ödülüdür.

bazilari ise istirap içinde verirler ve bu aci onlarin vaftizidir.

ve bazilari vardir ki, ne vermenin acisini hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düsüncesi tasirlar;

onlar, su vadideki mersin agacinin kokusunu salisi gibi verirler.

böyle kisilerin ellerinde tanri dile gelir ve
onlarin gözlerinden tanri, dünyaya gülümser.

istendigi zaman vermek güzel bir davranis olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyaci hissederek vermek çok daha anlamlidir.

ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veris olayindan daha fazla sevinç getirir.

vermekten alikoyacaginiz herhangi bir sey olabilir mi?

sahip oldugunuz her sey bir gün verilecektir.

öyleyse simdi verin ve vermenin hazzini
mirasçilariniz degil siz yasayin..

çogunlukla söyle dersiniz:
'verecegim, ama hak edeni bulabilirsem.'

ne koruluktaki meyve agaçlari böyle düsünür,
ne de çayirdaki sürüler.

onlar, saklandiginda çürüyecek olani, yasayabilsin diye verirler.

herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kisi, sizden gelebilecek seyleri de hak eder.

ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmis bir insan,
sizin küçük irmaginizdan da bir bardak su alabilir.

faydasindan öte, kabul etmenin gerektirdigi cesaretten ve
güvenden daha büyük bir deger var midir?
ve siz kim oluyorsunuz da, onlarin gögüslerini yirtarak
gururlarini korunmasizca ortaya seriyor, sonra da
onlarin degerlerini örtüsüz ve gururlarini
utanmasiz olarak degerlendiriyorsunuz?
önce kendinizi vermeye hak kazanmis ve
verme olayinda bir araci olarak görün.

çünkü gerçekte herseyi veren hayattir
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediginizde,
sadece bir tanik oldugunuzu unutuyorsunuz.

ve siz alicilar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi tasimayin.

bunun yerine, armaganlari kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;

çünkü borcunuzu gereginden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babasi evren olan cömertlik olgusundan
süphe etmek demektir..."


******


ve bir kadin, "bize acidan bahset" dedi. 

ve o cevap verdi: 

"aciniz, anlayisinizi saklayan kabugun kirilisidir. 

nasil bir meyvenin cekirdegi, kalbi gunes'i gorebilsin diye 
kabugunu kirmak zorundaysa, siz de aciyi bilmelisiniz. 

ve eger kalbinizi, yasaminizin gunluk mucizelerini 
hayranlikla izlemek uzere acarsaniz,acinizin, nesenizden 
hic de daha az harikulade olmadigini goreceksiniz; 

ve kirlarinizin ustunden mevsimlerin gecisini kabul ettiginiz gibi, 
ayni dogallikla, kalbinizin mevsimlerini de onayliyacaksiniz. 

ve kederinizin kisini da, pencerenizden huzur icinde seyredeceksiniz. 

acilarinizin cogu sizin tarafindan secilmistir. 

aciniz, aslinda icinizdeki doktorun, hasta yaninizi 
iyilestirmek icin sundugu "aci" ilactir. 

doktorunuza guvenin ve verdigi ilaci sessizce ve sakince icin; 

cunku size sert ve hasin de gelse, onun elleri 
"gorulmeyen"in sefkatli elleri tarafindan yonlendirilir. 

ve size ilaci sundugu kadeh dudaklarinizi yaksa da, 
o'nun kutsal gozyaslariyla islanmis kilden yapilmistir." 


****


peki üstad; evlilik nedir?

cevap söyle geldi:
-siz birliktelik icin dogmussunuz. ölüm meleginin beyaz kanatlari sizi ayirana kadar ayrilmayacaksiniz.
allahin sessiz tanikliginda bile beraber olacaksiniz.
ama birlikteliginizde mesafeler birakin;
birakin ki, cennetin rüzgarlari aranizda dansedebilsin...
birbirinizi sevin ama, ask tutsakligi istemeyin..
birakin ask, ruhunuzun kiyilarina vuran dalgalar gibi olsun...
birbirinizin bardagini doldurun ama ayni bardaktan içmeyin; 
ekmeginizden verin birbirinize ama ayni somundan isirmayin...
birlikte sarki soyleyin;lakin birbirinizi yalniz birakmayi da bilin.
sazin telleri de yalnizdir ve armoni icinde ayni melodiyi seslendirir...
birbirinize kalbinizi verin ama karsilikli kilitleyip saklamak için degil!
sadece hayatin eli o kalbi saklar!
birlikte durun, ama yapismayin, tapinaklarin sütunlari da bitisik degildir!
ve unutmayin; 
mese ile çinar birbirlerinin gölgesinde büyümezler... 


***


evim bana der ki:"beni terk etme, senin geçmişin burada." 
yolum bana der ki:"gel, beni takip et, senin geleceğin benim."
ve ben evime ve yoluma derim ki : "geçmişim yok, geleceğim de. 
eğer burada kalırsam, kalışım da bir gidiş olacak; gidersem, gidişim de bir kalış olacak. 
sadece aşk ve ölüm her şeyi değiştirir." demiş insan..


****


"insanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı, bulanık bir göl gibi.ne kadar uğraşırsanız görünmez dibi.uzaktan görünüşü çekici,aldatıcı; içine daldığınızda ne kadar yanıltıcı.ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz.sokulmaktan korkarsınız.güvenemezsiniz."
"insanlar vardır; derin bir okyanus.ilk anda ürkütür, korkutur sizi.derinliklerinde saklıdır gizi.daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız.yanında kendinizi içi boş sanırsınız."

,
***

gecenin en sessiz saatinde yarı dalmışken yedi benliğim birlikte oturup fısıltıyla tartışmaya başladılar:

ilk benlik: bütün bu yıllar boyunca burada bu delinin içinde günlerle onun acısını yenileyip gecelerle kederini tekrar oluşturmak dışında hiçbir şey yapmadan oturdum; artık bu yükü daha fazla taşıyamayacağım ve baş kaldırıyorum.

ikinci benlik: sen benden daha şanslısın kardeşim, çünkü bana bu delinin neşeli benliği olmak düştü. onun kahkahalarıyla güler, mutlu saatlerinde şarkı söylerim ve üç kanatlı ayaklarla dans eder gibi onun parlak düşünceleriyle dans ederim. güçsüz varlığım karşısında baş kaldırabilmeyi isterdim.

üçüncü benlik: ya bana, vahşi tutkuların ve hayali arzuların alevleriyle yanan sevgiyle kurtulan benliğe ne demeli? bu deliye baş kaldırması gereken sevgi hastası benim.

dördüncü benlik: hepinizin içinde en mutsuzu benim, çünkü bana iğrenç bir kin ve yıkıcı bir nefret dışında hiçbir şey verilmedi. bu deliye hizmet etmeye baş kaldırması gereken benim, cehennem’in karanlık mağaralarında doğmuş olup fırtınaya benzeyen benlik.

beşinci benlik: yo, o benim, düşünen benlik, tuhaf benlik, aç ve susuz benlik, bilinmeyen ve henüz yaratılmamış şeylerin arasında dinlenmeksizin gezinen benlik; baş kaldırması gereken sizler değilsiniz, benim.

altıncı benlik: ve ben, çalışan benlik, zavallı işçi, sabırlı elleri ve arzulu gözleriyle görüntülerden günleri yaratan ve şekilsiz maddelere yeni ve ölümsüz şekiller veren ben bu yorulmaz deliye baş kaldırması gereken sadece benim.

yedinci benlik: hepiniz bu adama baş kaldırmaktan ne kadar uzaksınız, çünkü her birinizin işlerini yapması için önceden belirlenmiş bir yazgısı var. ah, oysa ben kendi yazgısı olan sizin gibi miyim? benim hiçbir şeyim yok, ben hiçbir şey yapmayan, siz hayatı tekrar şekillendirirken sessizlikte oturan, hiçbir zaman hiçbir yerde olmayan benliğim. baş kaldırması gereken siz misiniz, yoksa ben miyim, komşular?

yedinci benlik bunları söylediğinde diğer altısı ona acıyarak baktılar, artık başka hiçbir şey söylemediler; ve gece daha koyulaşırken birbiri ardından yeni ve mutlu bir boyun eğmeyle uykuya teslim oldular.

fakat yedinci benlik her şeyin ardındaki hiçliğe bakarak gözlemeyi sürdürdü.


***


sen kadını aşkla yarattın ama neden, neden yine aşkla yok ediyorsun? sağ elin onu kaldırırken, sol elinle uçurumun dibine çarpıyorsun, neden? ağzının içine hayatı üflüyor, kalbine de ölümün tohumlarını ekliyorsun. ona mutluluğun yolunu gösteriyorsun ama onu mutsuzluğun yollarına gönderiyorsun; ağzına mutluluğun şarkılarını veriyor ama sonra da dudaklarını hüzünle kapatıyor, dilini acılarla zincire vuruyorsun. o gizemli parmaklarınla onun yaralarını sarıyor ve kendi ellerinle onun hazlarının etrafına korkulu acılar çekiyorsun. onun yatağında hazları ve sükuneti saklıyor ama kenarına maniler ve korkular koyuyorsun. onun sevgisini harekete geçiriyorsun ama sonra da sevgisinden ayiplar yükseliyor.... onu gözyaşlarıyla en saf hale getiriyorsun ama gözyaşları içinde akıp gidiyor...


****


"hayatın adaletine duyduğum inancı nasıl kaybedebilirim ki! ben biliyorum ki kuş tüyünde uyuyanların düşleri toprak üstünde uyuyanlarınkinden daha güzel değil. " sözlerinin sahibi. aforizmalar ismiyle türkçeleştirilmiş kitabının yüz seksen yedinci sayfasında okudum. 

doğru; ama düşten ve uykudan sonra, uyanınca, ne uyuyoruz artık ne de gördüklerimiz düş. ben işte burada, adalet ve eşitlik isteğinin bireyler arasında, toplumsal hayatın içinde oluşturulmasına dair bir özlem anladım hep bu minvalde yazılanlardan, o uğurda yaşayanlardan. mesele devrimse, o gerçekleştikten sonra da sürecektir insan huzursuzluğumuz. gerçi, hayat adaletlidir, doğru. buna ben de inanıyorum. ve sürüp giden adaletsizlik, insanın hayata yanlış müdahalelerinin sonucudur.

hayatın adaletli olmaya özen göstermek gibi bir tutumu olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum. adaletliliğini kendiliğinden doğuran şey işte sanki, onun adalete karşı bu denli ilgisizliği. adaletsizliği bilmez ki mesela. bizim başımıza şunları bunları getirip gelecekte kendisi için çıkar sağlamakla uğraşmaz. o bir çeşit canlıdır evet. ama bizden çok farklı. olur. sürer.


***


"ruhumu yedi kez aşağıladım:

ilki, onu yükseklere ulaşmaktan kaçındığını gördüğüm zamandı;

ikincisi onu topalın önünde topallarken gördüğüm zamandı;

üçüncüsü kolayla zor arasında seçim yapması gerekip de, kolayı seçtiği zamandı;

dördüncüsü bir yanlış yaptığı ve kendini başkalarının yanlışlarıyla avuttuğu zamandı;

beşincisi güçsüzlüğe sabrettiği ve sabrını güce yorduğu zamandı;

altıncısı bir yüzün çirkinliğini hor gördüğü ve onun aslında kendi maskelerinden biri olduğunu anlamadığı zamandı;

ve yedincisi bir övgü şarkısı söyleyip de, bunun bir erdem olduğunu sandığı zamandı."


****

Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım. 
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü. 
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler, 
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum. 
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum. 
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir? 
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir? 
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir? 
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var. 
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum? 
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor. 
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir? 
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir? 
Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir? 
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı? 
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı? 
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz? 
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez? 
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz? 
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi: 
'Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür.' 
Yiğit bir genç karşılık verdi: 
'Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar.' 
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi: 
'Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir. 
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler.' 
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki: 
'Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.' 
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi: 
'Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir.' 
Bir başkası gülümseyerek açıkladı: 
'Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir.' 
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu: 
'Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir; 
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.' 
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi: 
'Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır. 
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.' 
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi: 
'Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir.' 
Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki: 
'Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı.' 
Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak. 
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum: 
'Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır.' 
Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim: 
'Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap... 
Tanrım beni kutsal ateşine at...'


*****

Dostum, 
Sen ve ben 
Hayata hep yaban kalacağız. 
Birimiz diğerine 
Ve her birimiz kendisine. 
Senin konuşacağın 
Ve benim seni dinleyeceğim güne değin. 
Sesini sesim sanarak. 
Ve karşında durduğum güne değin. 
Bir aynanın karşısında duruyormuşcasına. 


****

Ve bir genç, şöyle dedi: 'Bize arkadaşlıktan bahset.' 

Ve o cevap verdi: 

'Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir. 
O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. 

O sizin sofranız ve ocak başınızdır. 
Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız. 

Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda, 
ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz. 

Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir. 
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular 
ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar. 

Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız; 
Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda 
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın, 
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi... 

Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik 
kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin. 

Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde 
olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır 
ve sadece yararsız olan yakalanır. 

Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun. 
Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse, 
meddini de bilmesine izin verin. 

Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş 
aramanızın anlamı olabilir mı? 
Onu, zamanı yaşatmak için arayın. 

Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir, 
boşluğunuzu doldurmak için değil. 

Ve arkadaşlığın hoşluğunda, 
kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun. 
Çünkü küçük şeylerin şebneminde, 
yürek sabahını bulur ve tazelenir.'

****

Sehri yilda bir ziyaret eden bir münzevi 
söyle dedi: 'Bize hazdan bahset.' 

O, konusmaya basladi: 

'Haz bir özgürlük sarkisidir, 
Ama özgürlük degil... 

Haz, arzularin tomurcugudur, 
Ama meyvesi degil... 

Yükselisi çagiran bir derinliktir, 
Ama ne derin, ne de yüksek olandir... 

Kafestekinin kanatlanisidir, 
Mekanla sinirlanmis degildir... 

Haz, aslinda bir özgürlük sarkisidir... 

Bu sarkiyi tüm kalbinizle söyleyin, 
Ama sarkida kalbinizi yitirmeden... 

Gençligin büyük bölümü hazzi arar, 
sanki haz hersey gibi; ama yargilanir 
ve azarlanirlar. 

Ben onlari ne yargilar, ne azarlarim. Birakin arasinlar... 
Çünkü onlar arayislarindayalnizca hazzi bulmayacaklar. 
Hazzin yedi kizkardesi vardir ve en küçükleri 
bile hazdan daha muhtesemdir. 

Bitki kökleri için topragi kazarken hazine bulan 
adamin hikayesini duymadiniz mi? 

Aranizda daha olgun olan bazilari geçmiste yasadiklari hazlari, 
sarhosken islenen yanlislar misali, pismanlikla hatirlar. 
Fakat pismanlik aklin bulutlandirilmasidir, uslandirilmasi degil. 

Onlar hazlarini minnetle anmalidirlar, bir yazin sonundaki hasat gibi. 

Yine de onlari unutmak rahatlatiyorsa, birakin rahat kalsinlar. 

Arayanlar kadar genç, hatirlayanlar kadar yasli 
olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya 
kabahat islemek korkusuyla hazdan sakinirlar. 

Fakat onlari da yönlendiren hazdir; 
bitki kökleri için topragi titreyen ellerle 
kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar. 

Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler? 
Bülbül gecenin sessizligini veya ates böcegi 
yildizlari gücendirebilir mi? 

Ve sizin atesiniz veya dumaniniz rüzgara yük olur mu? 

Nasil olur da ruhu, bir çomakla karistirabileceginiz 
sakin bir havuz gibi algilayabilirsiniz? 

Çogunlukla, hazzi reddettiginizde asil yaptiginiz, 
varliginizin gizli yerlerinde arzuyu depolamak olacaktir. 

Bugün ihmal edilenin yarini beklemedigini kim bilebilir? 

Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir. 
Ve güzel müzik veya anlasilmaz 
sesler çikarmak size kalmistir. 

Simdi kalbinize sorun: 
'Bizim için iyi olan hazla zararli hazzi nasil ayirabiliriz? ' 

Kirlara, bahçelere çikin; ögreneceksiniz ki çiçeklerden 
bal toplamak arinin hazzidir; balini sunmak ise çiçegin... 

Çünkü ariya göre çiçek yasamin kaynagidir. 
Ve çiçek için ari sevginin ulagidir. 

Ve ikisi için ise, hazzin verilmesi ve alinmasi 
bir gereksinim ve bir vecddir... 

Hazlarinizda arilar ve çiçekler gibi olun...'

****

Ve şehrin yaşlılarından biri, 'Bize iyilik ve kötülükten bahset.' dedi. 

Ve o cevap verdi: 

'Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil. 
Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde 
azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki? 

Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile 
yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer. 

Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte, 
kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz. 

Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir; 
sadece parçalanmış bir ailedir. 

Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında 
amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz. 

Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz; 
Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise, 
kötü değilsiniz. 

Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan 
ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz. 

Doğaldır ki, meyve köke 'Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..' demez. 
Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa, 
meyve için de vermek bir gereksinimdir. 

Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. 
Ama, diliniz anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız, 
kötü değilsiniz; 
Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir. 

Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz; 
Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz. 
Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez. 

Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin 
ve topal birinin yanında asla topalllamayın. 

Siz, sayısız konuda iyisiniz ve 
iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz. 
Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz. 

Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor. 

İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı 
ve bu özlem herbirinizde mevcut. 

Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini 
ve ormanın ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle 
denize doğru akan bir sel gibidir. 

Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden, 
kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer. 

Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın, 
neden duraklıyorsun? ' demesine izin vermeyin. 

Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok? ' 
diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu? ' der.' 

****

Ve bir adam söyle dedi: 'Bize kendini bilişten bahset.' 

Ve o cevap verdi: 

'Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sirrini sessizce bilir. 
Ancak kulaklariniz, kalbinizin bilgisini isitmek için deli olur. 

Düsüncelerinizde daima bildiginizi, kelimelerde de bileceksiniz. 
Rüyalarinizin çiplak bedenine parmaklarinizla dokunabileceksiniz. 

Ve böyle de olmasi gerekir. 

Ruhunuzun sakli kaynagi yükselmeli ve çagildayarak denize dogru kosmali; 
Ve o zaman, sonsuz derinliginizin hazineleri gözlerinizin önüne 
serilecektir. 

Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tarti aramayin; 
Ve bilginizin derinligini degnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayin. 

Çünkü kisi, ölçüsüz ve sinirsiz bir deniz gibidir. 
'Tek dogruyu buldum' degil, 'Bir dogruyu buldum' deyin. 

'Ruha giden yolu buldum' degil, 
'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin. 

Çünkü ruh, her yolda yürür. 
Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; 
ne de bir kamis gibi dümdüz büyür. 
Ruh, sayisiz taç yapraklari olan 
bir lotus çiçegi gibi açilir.'

******

Yenilgi
Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
Dünyadaki tüm parlak başarılardan
sensin yüreğime yakın olanı!

Yenilgi, yenilgim, baskaldırım
ve de benim kendimle tanışmam.
Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan
ve solmuş defneler peşinde koşmayan
biri olduğumun bilincindeyim;
ve sende, yalnızlığımı buldum
ve de herkesten uzak,
ve de gururlu olmayı.

Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
ve de kalkanım.
Gözlerinde okudum tahtı arayanın
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
esasını anlayabilmemiz için
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
bir meyvenin tadına varılabildiğini.

Yenilgi, yenilgim,
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın.
Ve senden baska hiçkimse bana söz etmeyecek
kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından
ve de geceleri yanan dağlardan.
Ve sen, tek başına
ruhumun sarp ve kayalık
yollarından tırmanacaksın.

Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
içimizde ölmekte olanlara;
ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;
ve de tehlikeli olacağız. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Her şey sayende...Saygı,sevgi ve özlem ile...

Kaç kişi okumuş ?

Aşk'a inanmıyorum..Ama FENERBAHÇE diye bir şey var :)

Aşk'a inanmıyorum..Ama FENERBAHÇE diye bir şey var :)