lise çağlarımda, sonra belki daha az olmak kaydıyla üniversitede çok dinlerdim ahmet kaya'yı. her şarkısı ayrı dünyalara götürür, anlatmak istediğini gevelemeden, herhangi birinin suratınıza çarptığı nah! gibi çarpardı beyninizin çidarlarına. en son ne zaman dinledim diye düşününce kafadan bir iki yıl söyleyebilirim ve uzamaya karşı esnek, kısalmaya karşı kırılgan olur bu süre. bir az önce.. 10 dk olmadı daha. bi sigara yaktım.. acı bir kahve koydum fincana.. ofiste yalnızım.. bu şarkıyı açtım hiç düşünmeden.. bi sigara daha yaktım peşinden, şarkıyı tekrar başa aldım.. şunu söyleyeceğim..
Farkettim ki uzun zamandır hiç geçmişi düşünmemişim ben.. nasıl sıradan, nasıl böyle robot gibi düşünmeyen bir insan olmuşum ve bir şarkı nasıl da geçmişe götürebilirmiş böyle insanı. onu anladım..
öyle bir yerdeyim ki, kendim yok. kendimin dışında kendim. kendimin dışında her şey. her şeyin dışında kendim ve artık bunu kabul ettim, vazgeçtim.
yüreğim kanıyor. yüreğim bedenime fazla geliyor. bazen bir yürek insanın bedenine çok ağır geliyor. bazen bir yürek taşınmıyor.
artık hiçbir gölgeye yer yok karanlığımda.
sakin göllerin kuğusuyduk,
salınarak suyun yanağında.
ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin.
sonumuzun adım adım
yaklaştığını görürdük...
yarılan ekmeğin buğusuyduk;
paylaşılan zeytin tanesinin,
yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.
biz hep üşüyen burnumuzu
avucumuzda hohlayarak yürürdük.
hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.
hiçbir aykırı yanımız,
hiçbir yalanımız...
gözüm yaşarıyor,
yüreğim kanıyor...
olmasaydı sonumuz böyle!..
biri, saksımızı çiğneyip gitti.
biri, duvarları yıktı,
camları kırdı.
fırtına gelip aramıza serildi.
biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
her şeyi kötüledi,
bizi yaraladı...
biri şarabımızı döktü,
soğanımızı çaldı.
biri, hiç yoktan vurdu,
kafeste garip kuşumuzu!
ciğerim yanıyor,
yüreğim kanıyor...
solmasaydı gülümüz böyle!.
dağlarda çoban ateşiydik,
sarmalayarak acı bir sevda masalını
ve hıçkırarak
hırçın rüzgârların kavalını...
namlunun, bağrımıza
sinsice sokulduğunu bilirdik...
ceylanın pınara inişiydik,
vedalaşan birkaç damla gözyaşının;
tenine kan bulaşan
o masum çakıl taşının...
oysa biz dualarımızda hep
birbirimizden daha önce
ölmeyi dilerdik...
bazı sorumluluklarımız vardı,
hayata ilişkin.
bazı basit sorularımız,
anlaşılır bazı sorunlarımız...
göğsüm daralıyor,
yüreğim kanıyor...
incinmeseydi gençliğimiz böyle...
birer yolcuyduk,
aynı ormanda kaybolmuş.
aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.
hep aynı kaderde buluşurduk
sevmeye tutuklu gibi...
birer tomurcuktuk hayatın kollarında.
birer çiğ damlasıydık,
bahar sabahında,
gül yaprağında...
dedim ya,
hiç yoktan susturuldu şarkımız!
yüreğim kanıyor,
yüreğim kanıyor...
bitmeseydi öykümüz böyle!..
"göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor.. olmasaydı sonumuz böyle.."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.